|
 |
|
Menü-ESES |
|
|
|
|
|
 |
|
Yunus Emre |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|

|
YUNUS EMRE
1238-1321
|
HAYATI
Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından, 1273'de Konya'da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yunus'un 1240'larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır.Yunus Emre'nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin,Ahmet Fakıh,Geyikli Baba ve Seydi Balum'dan bahsetmektedir.

Yunus Emre Türbesi
|
Sarıköylü ve Karamanlı oluşu meselesi hala belli değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy'de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy'de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakininda, Yunus Emre'nin türbesi ve bir müze bulunmaktadir.
|
Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yasadigi devrin değil, çagimiz ve gelecek yüzyillarin da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça degerini koruyacaktir. Yunus Emre'nin amaci, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanlarin, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yunus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yunus'la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
YUNUS ve HACI BEKTAŞ

Hacı Bektaşi Veli
|
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı.Bir yıl kıtlık oldu.Yunus'un fakirliği büsbütün arttı.Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım etmeyi düşündü.Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti.Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi.Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti.Yunus geri dönmek için acele ediyordu.Dervişler Pir'e Yunus'un acelesini anlattılar.O da: "Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi.O buğday istedi.Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: "İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!" dedi.Yunus buğdayda ısrar ediyordu.Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: "İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim" dedi.Yunus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler.Yunus dergahtan uzaklaştı.Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı.Pişman oldu.Geri dönerek kusurunu itiraf etti.O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre'ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yunus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YUNUS yapacak manevi eğitimine başladı.
|
Salihli kazası civarında Emre adlı,yetmiş evlik bir köyde.taştan bir türbenin içinde,Taptuk Emre ve çocukları ile torunları yatmaktadır.Türbenin eşiğinde de,bir başka mezar vardır.Bu,Yunus'un bir çok mezarlarından biridir.Yunus Emre kapı eşiğine kendisinin gömülmesini vasiyet etmiş...Şeyhini ziyaret edecekler,kendi mezarını çiğneyerek geçsinler diye.
YUNUS EMRE VE TASAVVUF
Yunus EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.
Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek'in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.
Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.
Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."
"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.
Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım."
"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."
***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmiştir.
1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir.
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana
2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı) ve BERZAH da denir.
3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:Üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır.
Tüm bu oluşlar Kuran'ı Kerimde "Altı günde yaratıldı" ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal'e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,"İnsan benim sırrımdır" sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk'tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmiştir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak "An" vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları) ve ilahi olaylar bilinmiştir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşturacak şekilde birleştiğinde isimler meydana çıkmıştır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmiştir.
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) 'i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan, mevcudattın bir özetidir.
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında geçen Keşfül Gıta kasidesinde ;
"Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,
Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada... "
mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zâtına duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı, Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra, en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.
Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek) oluşmuştur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh, 4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine kurulmuştur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmiştir. Ve kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o biçimde programlanmış olarak vardır. ” Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür. Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek varlığını ve birliğini ortaya koymuş Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı açıklamıştır.Biraz daha açarsak; "La ilahe" demekle sıfatının belirişinden önceki varlığını gizli olan Rablığını açıklamış,"illallah" demekle de varlığı tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini ifade edilmiştir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. "Muhammedün Resulullah" ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve tasdik edilmesini istemiştir.Hükmünün icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.
Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız Allah'ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız. Allah'ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar, hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın nurunu görür ve orada erir.
"Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü Zatını
Sen seni bil seni
Görünen sıfatındır
Anı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindir
Sen seni bil sen seni " ( Hacı Bayram-ı Veli)
Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine ait bir varlığı olmadığı, varlığın Allah'a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu yaşam biçimine dönüştürmek ise Vahdet'tir.
İnsanı Allah'a karşı perdeleyen en büyük şey, onun kendi varlığıdır. Allah, apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir apaçıktır! Allah'ın zatı sıfatlarda, sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya çıkmaktadır. Allah bütün yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve onları sürekli yönlendirmektedir. O "göklerin ve yerlerin nuru" (Kurân-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O, her an, her yerde tecelli etmektedir. "O her an yeni bir şe'ndedir." (Kur'ân-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve değişim onun kudreti ve iradesinin açılımıdır. Allah bütün evrende, bir taraftan her varlığın en küçük zerresinin içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük olayların her anını idare eden bir mutlak varlık halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
"Feeynema tuvellu fesemme vechullah" (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur.
"Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
"Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd"
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) "Ve fiy enfisukim efela tubsirun"(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Allah isminin işaret ettiği mânânın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; "De ki, O Allah Ahâd'dır. Allah Samed'dir. Lem yelid ve lem yuled'dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad'dır." .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlûkatın ihtiyacını karşılar. Doğmamıştır, herhangi bir varlık O'nu doğurmamıştır. O da herhangi bir şeyi doğurmamıştır. Allah'ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDÜ'L-AHAD olan varlıktır.
Gelelim Kelime-i Tevhid'in diğer yönlerine; Birinci mânâda "la ilahe" "tanrı yoktur ", ikinci mânâda ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah'ın vücuduyla kâimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. "Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!.." demektir.
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
***
“Her nereye baksam Allahı görürüm” Hz.Ali(r.a) , “Görmediğim Allaha ibadet etmem” Hz.Ali(r.a)
"..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife.." (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim). Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O'nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna'nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almıştır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu âyeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm âyetle özdeşleştirebiliriz. Şöyle ki; "Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn" (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik). Esma'nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kâmil'dir.
Bizim bildiğimiz mânâda, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh'un, (İnsan-ı Kâmil'in) yoğunlaşmasıyla birimlilik âlemi ve insan meydana gelmiştir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemâlâtı ile algılaması, "Halife" adını almasına neden olmuştur.
Bayram özüni bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni. (Hacı Bayram-ı Veli)
Niyazi Mısri:
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yunus Emre tarafından dile getirilmiştir.
"Her kancaru bakar isem O'ldur gözüme görünen “ ve "Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem."
"Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi"
***
"Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?
Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.
***
"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz."
***
"Çün ki gördüm ben Hakk'ımı, Hakk ile olmuşum biliş
Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk”.
***
"Nereye bakarısam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri?"
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz.Şöyleki; Bugün, bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım görüşler ortaya atılmaktadır. 1940'lı yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare, kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin yüzde 98'i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu husustaki çalışmalarına ağırlık verdi. 1960'lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi. Pribram'a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu, peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan neydi? Görünen dünya mı, beynin algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur, her yer doluluktur. Ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı parçacıklarla ilgili araştırmaları neticesinde Evren'in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı. Bohm'un en önemli tesbitlerinden biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve sınırsız "TEK" bir holografik yapıdır ve parçalardan söz etmek anlamsızdır.
Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini düşündüğümüzde, esasında çok farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz. Üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir kısmı yaşadıkları bu hakikatı dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise, içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun, bir tarzda açıklamaya çalışmıştır.
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz
Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
***
Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
***
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
***
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir
Şimdi biz bir takım bilimsel verilerin ışığı altında, onların bir zamanlar ne demek istediklerini daha iyi anlayabilmekteyiz. Hologram prensibi, tasavvufun anlatmak istediğinin, kısmen de olsa daha iyi anlaşılabilmesini sağlamıştır. Genel anlamda TÜM'ün sahip olduğu bütün özelliklerin boyutsal olarak her birimde nasıl mevcut olabildiğini açıklar. Bu ifade tarzının anlaşılması ile, bizden ayrı, ötelerde olduğu düşünülen Tanrı imajı yıkılarak, gerçek "Allah" kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada tasavvuf ile hologramın ne olduğu hakkında kısa bir bilgi verelim, sonra da birleştikleri noktaları tespit etmeye çalışalım.
Tasavvuf, tek bir varlığı ve bir hakikatı tüm boyutları ile inceleyen bir felsefedir diyebiliriz. Bu felsefenin temeli düşünceye dayanır, Düşünme neticesi tespit edilenler ise, bizzat yaşanır. Kur'an'ın ve hadislerin anlaşılabilmesi, tasavvuf erlerinin, verdikleri ipuçlarının çözülebilmesi, değerlendirilebilmesi için, bu felsefenin bilinmesi mutlak olarak zorunludur. Hologram ise, en kısa tanımıyla üç boyutlu görüntü kaydetme yöntemi'dir. Hologram tekniğinin en önemli özelliği, hologram plakasına cisimlerin görüntüsünün değil; o görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin kaydedilmesi, dolayısıyla hologram plakasının en küçük parçasının bile, Bütün'ün tüm bilgilerini içerebilecek kapasiteye sahip olmasıdır. Bu tekniği kısaca şu şekilde anlatabiliriz:
Bir lazer kaynağından gelen ışın, yarı geçirgen bir ayna tarafından ikiye ayrılır. Bu ışınlardan biri, hologram plakasına doğrudan ulaşır, öbürü ise görüntülenmek istenen cisme yöneltilir ve oradan yansıyarak hologram plakasına varır. Hologram plakasına doğrudan gelen lazer ışını ile cisimden yansıyarak gelen lazer ışını, bu plaka üzerinde bir girişim modeli oluşturur. Böylece cismin görüntüsü kaydedilmiş olur. Daha sonra, kayıt sırasında kullanılan frekansta ve aynı açıdan yeni bir lazer ışını ile hologram plakası aydınlatılacak olursa, görüntülenen cisim, üç boyutlu olarak odanın içinde canlanır. Plaka, kendisine gelen ışınları tıpkı görüntüsü saptanan cisim gibi yansıtacağı için, görüntü net ve eksiksiz olacaktır. Beyin hücreleri dediğimiz nöronlar da, tek tek birer mini hologram gibidirler ve gelen impalsları frekanslarına ayırarak algılarlar. Her bir hücrenin etkinliği, kendi içinde bir dalga boyu oluşturmaktadır. Bir sürü hücrenin dalga boylarının birbiriyle girişim yapmalarından oluşan holografik model, bizim beş duyuyla algıladığımız görüntüyü ortaya koymaktadır. İnsan beyni de pek çok mini hologramdan oluşmuş büyük bir hologram olarak düşünülebilir. Çünkü beyindeki her hücre, esasında her işlevi yapabilecek yetenek ve kabiliyette var olmuştur. Ancak, kozmik programlanmadan sonradır ki, hücreler özelleşerek kendilerine ait işlevleri meydana getirirler.
Bu açıklayıcı bilgilerden sonra, dini verilerin de ışığı altında beynin nasıl programlandığını düşünelim... Kişinin "Ayan-ı Sabite" denilen, sabitleşmiş ana programını oluşturan yüz yirminci gündeki kozmik ışınlar, meleki tesirler ile yedinci ve dokuzuncu aylarda ve nihayet doğum anında alınan tesirler ile beyin programlanmaktadır. Zaten insan, Allah isimlerinin manalarının bir terkip halinde oluşmasıyla meydana gelmiş bir birim. Ve bu kemalatın genetik verilerle insandan insana nakledilmiş olması dolayısıyla, bu doksan dokuz isim her insanda mevcut. (Bakara 30-31) Ayrıca İnsan, Zat, Sıfat, Esma ve Ef'al boyutlarını özünde bulunduran bir birim. Hologram prensibinin en önemli özelliği, her noktasının bütün cismin görüntüsünü verebilmesidir. Hologramın her noktasına cismin her tarafından ışın dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle, hologram plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile her parça bütünün bilgisini içinde taşımakta ve gerektiğinde bütünün tam görüntüsünü tek başına vermektedir.
Şimdi, bu verilerle şu sonuçlara ulaşabiliriz: Görüntülenmesi istenen cisimden yansıyarak gelen lazer ışınının hologram plakasına cismin görüntüsünü kaydetmesi gibi, insan beyinleri de, doğum öncesi ve doğum anında, kökeni meleklere dayanan burçlar olarak tabir ettiğimiz sayısız takım yıldızlardan gelen kozmik ışınlarla programlanmış oluyor. Nasıl benzer frekanstaki ışınları plakaya gönderdiğiniz zaman cisim üç boyutlu olarak ortaya çıkıyorsa, Burçlardan ve Güneş sistemindeki planetlerden gelen ışınlar da, o programlanmış olan insan beyinlerini etkilemekte ve kişilerden programları doğrultusunda çeşitli fiillerin, davranışların ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.
Aslında plaka üzerinde görülen üç boyutlu cismin gerçekte bir varlığı yoktur, dalga boylarının oluşturduğu bir modeldir (ya da hayaldir) biz onu var gibi görmekteyiz. Bunun gibi, insan beyni de bu noktada tıpkı bir hologram gibi çalışmaktadır ve biz beş duyumuzun kapasitesi gereğince kendimizi bir birim gibi kabul edip, çevremizde gördüğümüz her şeyin de varolduğunu sanırız. Gerçekte, o hologram plakasındaki görüntünün bir gerçekliği olmadığı gibi, çevremizde görüp var kabul ettiğimiz bir takım şeylerin de bir varlığı yoktur. Fiil diye algılananlar tamamiyle manalardır. Tasavvuf erleri bu anlamda "eşyanın menşe-i"ni düşünmek tevhiddir demiştir. Her mana ise, belli frekanstaki bir dalga boyudur. Böylece beyin holografik olarak evreni algılamaktadır.
Buradan hareketle, makro plandaki Evren de tıpkı beyin hücreleri gibi, kökeni kuantsal enerjiden ibaret bir hologramik yapıdır. Mutlak manadaki Evreni bir an için, hologram plakası gibi düşünün. Sonsuz, sınırsız tek olan Allah, kendindeki manaları seyretmeyi dilemiş ve bu manaları çeşitli şekillerde terkiplendirerek sonsuz sayıda varlıkları meydana getirmiştir. Fakat bu varlıklar, o tek varlığın ilmiyle ve ilminde yoktan var ettiği ilmi suretlerdir. Bu yoktan var ettiği bütün birimler, O'nun ilmiyle, O'nun ilminden ve O'nun varlığından meydana gelmiş olması nedeniyle, o varlıklarda kendi varlığının dışında hiçbir şey mevcut değildir. Tasavvufi anlatımla da olsa evren tek bir ruhtan meydana gelmiştir ve evrende mevcut olan herşey hayatiyetini bu ruhtan alır. Ve bu ruh, aynı zamanda şuurlu bir yapı olması nedeniyle, ilme, iradeye ve kudrete sahiptir. İşte bu evrensel ilim, güç ve irade hologramik bir şekilde Evrenin her katmanındaki her birimin, her noktasında mevcuttur. Bu gerçeğe ermişlerin, "Zerre küllün aynasıdır" şeklinde anlatmaya çalıştığı konu, mutlak bir iradenin yanında bir de irade-i cüz'iyenin var oluşu şeklinde anlaşılmıştır.
Sizin vücudunuzun her zerresinde o kozmik güç, ilim ve irade aynı orijinal yapısıyla mevcut bulunmaktadır. Ve siz bir şeylerin olmasını istediğiniz zaman, ötelerdeki bir varlıktan talep etmiyorsunuz, kendi varlığınızdakinden, Öz'ünüzden istiyorsunuz. Yani Öz'ünüzde mevcut olan Allah ilmi, kendi dilemesiyle ve kendi kudretiyle isteğinizi açığa çıkarıyor. Holografik yapının önemli bir diğer özelliği ise, zaman ve mekan kavramları olmaksızın, geçmiş, şimdi ve gelecek diye bildiğimiz her şeyi yani tüm bilgileri bir arada bulundurmasıdır. Zaman, mekan, geçmiş, gelecek diye algılananların hepsinin algılayanın kapasitesinden kaynaklanan göreceli değerler olduğu, bir kez de hologram prensibi ile destek görmüştür. Tüm'ün bilgisi, her zerrede özü itibariyle mevcuttur ancak: zerrenin de o tüm bilgiyi değerlendirebilmesi, mevcut kapasiteyi kullanabildiği ya da açığa çıkartabildiği orandadır. Levh-i Mahfuz, "kesreti" yani çokluk kavramlarını meydana getiren Esma Terkiplerinin "kaza ve hüküm", bilgi ve bilinç boyutudur. Allah ilmindeki "hüküm ve takdirin" fiiller alemine yansımasıdır.
Bu platformda her şey bilgi olarak, tasarım olarak tüm varoluş gerekçesiyle mevcuttur. Burada zaman ve mekan kavramı olmaksızın ezelden ebede kadar her şey bilgi olarak mevcuttur. İşte bu Levh-i Mahfuz alemlerin aynasıdır ve evrenin geni hükmündedir. Evrende ve onun boyutsal tüm katmanlarında meydana gelmiş olan tüm varlıklar, Levh-i Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle meydana gelmişlerdir. Burada mevcut olan her birim, galaksiler, burçlar, güneşler, planetler ve dünya üzerindeki her şey varlığını Allah'ın varlığı ile vardır. Ve her biri kendi boyutunun algılayıcısına göre vardır. Gerçekte var olan, sadece ve sadece tek'tir, varlık Vahidül Ahad olan Allah'dır. Evrende mevcut olan bu mana suretlerinin hepsinin de tek'in tüm özelliklerini içermesi ve müstakil bir varlıklarının, mevcudiyetlerinin olmaması ve Allah her zerrede zatıyla, sıfatlarıyla ve esmasıyla mevcut olduğu içindir ki, evren de holografik özellik göstermektedir. Bunu tespit eden ermişler de "Alemlerin aslı hayaldir" diyerek bu gerçekliğe temas etmişlerdir. (Bu yazıda Hologram ile ilgili bilgiler, Michael Tablot’un Holografik Evren isimli kitabı ile Bilim ve Teknik dergisinden alınmıştır.)
Bu arada bir günlük gazetemizin yazarından (Türker Alkan)konuyla ilgili olduğu için alıntı yapmak istiyorum. " Kuantum fiziği atomaltı parçacıkların incelendiği bir alan. Son yıllarda bu alanda yapılan çalışmalar şaşırtıcı sonuçlar veriyor. Evrene bakışımızı kökünden değiştirecek önermelerle karşılaşıyoruz. Bildiğiniz gibi dört boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. En, boy, yükseklik ve zaman. Olayın çarpıcı niteliğini göstermek için şöyle düşünebiliriz: Sadece iki boyutun bulunduğu ve zamanın olmadığı bir dünyada yaşayanlara üçüncü boyutu ve zamanı nasıl anlatabilirdik? İki boyutlu dünyanın insanları ne kadar 'Olmaz öyle şey' diyecekse şimdi biz de benzer bir şaşkınlık içindeyiz. Bitmedi. Kuantum fizikçilerine göre evrende 11 boyut varmış! Daha 'zaman' kavramının 'boyut' olarak ne anlama geldiğini kavrayamadan yeni boyutlarla nasıl baş edeceğiz, bilmiyorum.Kuantum fizikçilerine göre bir cisim aynı anda birden fazla yerde bulunabiliyor. Hayır, iki veya üç değil, tam 3 bin yerde bulunabiliyor! Evreni sağduyularımızla algılamanın getirdiği sınırlamaları düşünmemiz gerekiyor. Daha çarpıcı iddiaları var kuantumcuların. En şaşırtıcı önermelerden birisi, insan düşüncesiyle maddelerin etkilenebileceği, biçimlenebileceği önermesidir. Japonya'da yapılan bir araştırmada, iyi ya da kötü sözlere muhatap olan su moleküllerinin, söylenenlere paralel olarak, güzel veya çirkin biçimler aldığı görüldü. İnsanın düşüncesiyle evrenler yaratacağını, paralel evrenler olabileceğini ileri sürenler bile var. Teolojik bakımdan da önem taşıyan bir iddiaya göre ise tüm evren bir tek varlıktır! Tek bir zihindir. Bu görüşe göre 'başkasının zihnini okumak' anlamında 'telepati' yoktur. Çünkü insan zihni zaten ortaklaşa bir zihnin parçasıdır. Evrende olup bitenleri bilmektedir! İlginç buluşlardan birisi, bilim adamları tarafından gözlenen elektronların, gözlenmeyen elektronlardan farklı davrandıklarıdır. Elektronlar sanki gözlendiklerini biliyormuş gibi hareket ediyorlar! Bir atomaltı parçacığını ikiye ayırıp evrenin iki ucuna yerleştirsek, iddiaya göre, bu iki parçacık sanki ayrılmamışlar gibi, aynı hareketleri yapacaktır. Çünkü evreni oluşturan mesafe görünüşten ibarettir. Ve tabii zaman izafidir, zaman içinde seyahat mümkündür. Bunları söyleyenler rastgele kişiler olsa güler geçersiniz. Ama karşımızdakiler dünyanın en saygın bilim adamlarıdır. Kuantum fiziğinin düşündürdüğü birkaç nokta önemli. Birincisi, evrenin 'birliği' fikri ki bizi Doğu felsefesinin binlerce yıl önce söylediği düşüncelere geri götürmektedir. İkincisi, geleneksel 'materyalist' düşünceye karşı, 'idealizmin' destek bulduğu bir evreni betimlemektedir. Ki kimse fizikten böyle bir sonuç beklemezdi"
Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni
**
Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı
Alemdeki varlıkların oluşumu her an devam etmektedir. Allah katında zamanın ve mekânın bir anlamı yoktur; Tek bir an vardır ve o an devr-i daim ederek, Allah'ın kudret ve iradesine göre şekillenmektedir. Başlangıç ve bitiş zamanı aynıdır. Oluşlar noktanın sürekli deveranıdır. Var oluş konusunda üç durum söz konusudur; Birincisi mutlak varlıktır. “Var olmak” kendisidir. Onun yüce zati sıfatıdır. İkincisi mutlak yokluktur. Sadece mutlak varlığın bilinmesi için mefhum olarak ortaya çıkarılmış durumdur. Yoktur. Üçüncüsü mümkünattır yani mevcudattır. Varlık verilenlerdir ki; var olabilirde, var olmayabilirde. Bu mevcudatın varlığı, kendinden menkul değil, varlığını verene aittir.Bu mevcudatın iki yönü söz konusudur. Birincisi varlıktan gelen ve ona ait olan varlık yönüdür. ikincisi ise varlığı kendinden olmamakla kendisine ait olan hiçlik - yokluk - çirkinlik - ayıp - terslik yönüdür. Bu mevcudatın benzeri, eşi, dengi veya zıddı olur. İlim şehrinin tanıtımı burdadır.Yokluğun ortaya çıkarılması, varlığın bilinmesi içindir. Çünkü bu boyutta (mevcudat içinde) her anlam karşıtı ile bilinir. Tasavvufta nokta, ahadiyete işaret eder. Vahidiyetin batını AHADİYET, zahiri RAHMANİYET'tir. Ne dün vardır ne de yarın! Evren her an oluş halindedir. "O her an yeni bir şe'ndedir" (Kur'ân-ı Kerim 55/29).
Varlıkların özünde Allah olunca, tabiatta iyi-kötü, hayır-şer olamayacağı gibi, ölüm diye bir şey de yoktur. Var olmak ve yok olmak aslında bir değişimdir. Varlık ve yokluk da bize göredir. Gerçek anlamda ölüm yoktur.
Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir
Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir
Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın
Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir
***
Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik
Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır
Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana
Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ (Herşey döner -Haktan gelen hakka dönecektir-) aslıdır
Bütün oluşların temelinde Allah vardır; bize bizden yakın olması, yaptığımız her şeyi bilmesi bundandır. Bizim her şeyi kendimiz yapıyormuşuz gibi, başka varlıkların başka şeyler yapıyormuş gibi görünmeleri sadece bir hayaldir. Aslında herşeyi yapan Allah'tır; Kur'ân'da Hz. Muhammed(S.A.V) 'e "Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı." (22/17) ifadesi vardır. Burada da sûreten Hz. Peygamberin attığı, ama gerçekte işi yapanın Allah olduğu ifade edilmektedir.
Tasavvuf'da ; yaratılmış olan herşey insan içindir. Mutasavvıflar, evrenlerin yaratılışını sadece Allah'ın var olup hiç bir şeyin olmadığı "lâ taayyün" devresinden (Hz Ali “Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu"), evrenlerin kademe kademe yaratılıp insaniyet mertebesine gelinceye kadarki evrelere kadar incelerler. İnsanın yaratılmasına kadar evrende çeşitli tabiî olaylar olmuş, birçok canlı türleri gelmiş geçmiş ve tam insanın yaşayabileceği bir ortam oluşturulduktan sonra Hz. Âdem yaratılmıştır. Hz. Muhammed(S.A.V) 'in bedenen gelişi de gene insanların belli bir olgunluk düzeyinden sonradır. İnsandan önceki varlık evrenin gayesi, insanın özünü taşıyacak olan bir bedenin hazırlanması idi. İnsanlığın gayesi olan bu İnsan-ı Kamil ( Yani Hakk'ın Zahir yönünün aldığı isim ) beden peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) dir. İnsanın yaratılmasına gelince, bu hem ilk insanın hem de daha sonraki tek tek her insanın yaratılmasında önemli bir konudur. Evrenler için yer küresi (arz), onun içinde maden-bitki-hayvan üçlüsü diğerlerine göre ayrılmıştır. "Asıl"dan madenler, madenlerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar seçilerek geliştirilmiştir ("ıstıfa"). Hayvanlar içinde birçok grup vardır ve insan da ayrı bir varlık katmanı olarak bunlardan seçilip yaratılmıştır. Bu, ilk yaratılmış insan olan Âdem'de böyle olduğu gibi, şimdi yaratılmakta olan her insanda da böyledir.("Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra da güzelim akıl,fikir, ayırt ediş varlığına geldin" Hz.Mevlana). Yeryüzündeki insan, "Allah'ın halifesi" olarak yaratılmıştır (Kur'ân-ı Kerim 2/30). Allah'ın halifesi demek, onun iradesiyle onun çok şanlı ve hayırlı yaratmalarına onu temsilen vesile olmak demektir ki bu yetkinin doğru kullanılıp kullanılmaması melekleri bile endişeye sevketmiştir. Ama Allah, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek insanın önemini göstermiştir. Varlık evreninin gayesinin insanı yaratmak olduğunu Yüce Allah,peygamberimiz vasıtasıyla bir Hadis-i Kutsi ile bildirmiştir.”Ben gizli bir hazine idim,bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere saçtım.(Ademi yarattım)” .Bu hadisle Allah tüm evren ve alemleri bilinmek için yarattığını ifade etmektedir. Bu sözle varoluş şekli açıklanırken, gizli olanın evrensellik ve adem adı altında zahir olduğu da anlatılmaktadır. Evren yaratıldıktan sonra ise sıra kendisini bilebilecek özellikte bir varlığın yaratılmasındaydı. Sıradan bir varlık onu bilemeyeceğine göre ,Bu çok üstün bir varlık olmalıydı.Ve kendi özelliklerini taşıyan (Yeryüzündeki halifesi) bir varlık olarak insanı yarattı (“İnnallahe halake Ademe ala suretihi” – Allah Ademi kendi suretinde yarattı.) Tabii buradaki insan ile Insan-ı Kamil kastedilmektedir. Kişiliği yönü ile İnsan-ı Kâmil, hayatiyeti ile Ruhu Azam adını alan bu muhteşem varlık, Hazreti Muhammed(sav)’in hakikatidir. O zat, genel anlamda Rasullerinin tümünü temsil eder. O zat, tüm rasullerin temsil ettiği yüce değerlerin en üst seviyede kendisinde toplandığı, insan için zirve olan ve insanın yaratılış GAYESİNİ temsil eden bir büyük yaratılıştır. Onun hakikati, tam manası ile, “Allah için” olan, Allahtan ve Allahın olan bir Gaye ve Ruh-Rasuldür.
Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Şefaat eyle bu kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Dört caryar anun gökçek yaridur
Anı seven günahlardan beridur
On sekiz bin alemin sultanıdur
Adı güzel kendi güzel Muhammed
|
Aşık Yunus nider dünyayı sensiz
Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider imansız
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Hak yarattı alemi,aşkına Muhammed'in
Ay ü günü yarattı,şevkine Muhammed'in
Ol! dedi oldu alem,yazıldı levh ü kalem
Okundu hatm-i kelam,şanına Muhammed'in
|
Ferişteler geldiler,saf saf olup durdular
Beş vakt namaz kıldılar,aşkına Muhammed'in
Havada uçan kuşlar,yaşarıp dağ ü taşlar
Yemiş verir ağaçlar,aşkına Muhammed'in
İmansızlar geldiler,andan iman aldılar
Beş vakt namaz kıldılar,aşkına Muhammed'in
Yunus kim ede methi,över Kur'an ayeti
An! vergil salavatı,aşkına Muhammed'in
|
Tüm rasullerin özelliği, onda toplanan özelliklerden birinin temsili ve ifadesidir. O zulümsüz, bütün bir nur ve mana olan asli gayedir. O, tüm mevcudatın Rasulü, sebebi, mevcudatın ve mevcudatın bir özü olan ademin yaratılış gayesidir. O, güzelin mazharı ve “Allah için” olan SEVGİLİDİR. Allah ona, “seni yaratmasaydım eflaki yaratmazdım” demiştir. Et-Tin Sûresinde, “Ahsen-i Takvim” olarak belirtilen O’dur. Yeryüzü İnsan-ı Kâmilleri ise, O’nun vekilleridir. Ve insanlara bu ozelliğe erişme yeteneği verilmiştir. Tasavvufi eğitim işte bu yeteneği geliştirerek talipleri,kendi yetenekleri ölçüsünde İnsan-ı Kamil yapma eğitimidir.
Böylece bütün evrenin, Allah isimlerinin manaları olduğunu anlayan bir mutasavvıf için, cana yönelerek Allah'ı kendi içinde bulmak, en doğru yoldur.Yunus,
"İstediğimi buldum eşkere can içinde
Taşra isteyen kendi, kendi nihân içinde."
diye başlayan şiirinde, özümüzde Allah'ın bulunduğunu şöyle ifade ediyor:
"Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinler
Kur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde.
Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde
Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrına
Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."
İnsanın kendi benliğindeki Allah'a ulaşabilmesi için kendi benliğinde "seyretmesi" gerekir. Bu, çok güzel bir yoldur . İnsana da şah damarından daha yakın, ruhunun, canının tâ içindedir.
"İstemegil Hakk'ı ırak, gönüldedir Hakk'a durak
Sen senliği elden bırak, tenden içeri candadır."
"Yunus sen diler isen, dostu görem der isen
Aynadır görenlere ol gönüller içinde."
Yunus Emre, gizli ve örtülü olanın Allah değil insan olduğunu şöyle ifade ediyor:
"Yunus'tur eşkere nihan, Hakk doludur iki cihan
Gelsin beri dosta giden; hûr-u kusur Burak nedir?"
"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Sûretime cân olanı kimdurur (ben) bildim ahi.
...
İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani
Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi.
...
Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi.
Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum
Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi.
...
Yunus kim öldürür seni, veren alır gene cânı
Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi"
Kişinin gönlünde HAK'kı görebilmesi için cezbe, muhabbet, sırr-ı ilahi denen üç ilke vardır. Bunlardan birincisi bütün varlıklardan yüz çevirip Allah a yönelme, İkincisi Allah'dan başka bir varlığı sevmeme, Allah ın ancak sevgiyle bilinebileceğine inanmaktır. Üçüncüsü de Allah gerçeği sırrına varmadır. Bunun da üç kuralı vardır.
a) Bütün eylemleri yok sayarak yalnız Allah ı düşünmek, bütün eylemlerde Allah dan başka bir varlık olmadığına inanmak.
b) Bütün niteliklerin Allah dan geldiğini kavramak, Allah dışında bir niteliğin bulunamayacağı kanısına ulaşmak.
c) Allah özünden başka bir öz bulunmadığı sonucuna vararak kendi varlığının yokluk olduğunu bilmek.
Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem
Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem
***
Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem
***
Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan
Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem
***
Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan
Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem
Yunus, evrenle kaynaşmıştır, her nereye baksa orada Hak'kı müşahade eder. Orada son derece dinamik, canlı, sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılma, Allah'ın tecellilerini bir başka gözle görmektir.Evrende asıl olan aşktır, sevgidir. Aşkın kaynağı Allah katındadır ve oradan bir parça aşk bütün evrenlere yayılmıştır. Allah'ın oluşu idare eden sevgisi bütün varlık ve olaylarının en içine, onu karakterize edecek şekilde yerleşmiştir. Varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan evrenin anlamına ve Allah gerçeğine ulaşmak için, her şeyin özüne doğru gidilmelidir. "Fenâ mertebesi"ne ulaşan mutasavvıf, ancak o mertebede kendisini Allah'ın halifesi gibi görüp bütün oluşa, Allah'ın bu evren ve evrendeki varlıklara çizdiği boyutlar içerisinde, ama bütün zaman ve mekânlarda, bütün varlık katmanlarında ve hallerinde katılır. Nihayet , "sonun başlangıçla birleştiği safha" ya geçilir.
"Beli" kavlin dedik evvelki demde
Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat
**
O Makam zaman ve mekanın olmadığı hiçlik , yokluk makamıdır ki ,orada sadece Allah vardır.
Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu
La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun
Anlaşılır ki bilinen tüm mekan ve zamanlar izafi ve zan imiş sadece tek bir "An" varmış.
“Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu işte bu an da o andır” Hz Ali.
Ben yürürem yane yane, Aşk boyadi beni kane Ne akilem ne Divane, Gel gör beni aşk neyledi Gah eserem yeller gibi, Gah tozaram yollar gibi Gah akaram seller gibi, gel gör beni aşk neyledi *** ***
Akan sulayın çağlaram, Dertli cigerem dağlaram Şeyhim anuban ağlaram, gel gör beni aşk neyledi Ya elim al kaldır beni, ya vaslına erdir beni Çok ağladım güldür beni, gel gör beni aşk neyledi *** ***
Mecnun oluban yürürem, ol yari düşte görürem Uyanıp melul oluram, gel gör beni aşk neyledi Miskin Yunus biçareyem, baştan aşağı yareyem Dost ilinden avareyem, gel gör beni aşk neyledi *** ***
Akıl : Akıllı Divane : Deli, Meczup Melül : Elem
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez *** ***
Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz *** ***
Mani : Anlam
Benim bunda kararım yok, bunda gitmeye geldim Bezirganım mataım çok, alana satmağa geldim. Ben gelmedim da'vi için benim işim sevi için Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim *** ***
Dost eşruğu deliliğim, aşıklar bilir neliğim Devşuruben ikiliğim, birliğe bitmeye geldim Yunus Emre aşık olmuş, ma'şuka derdinden olmuş Gerçek erin kapısında ömrüm harcamaya geldim *** ***
bezirgan: Tüccar mata : Mal,erzak dav'i : Dava peşinde koşmak,kavga,dava. sev'i : Sevgi eşruk : Sarhoşluk devşuruben : Kaldırıp bitmek : Kavuşmak maşuk : Allah (aşık olunan)
Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi Dilsiz kulaksız sözü, can gerek anlayaşı Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi *** ***
Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu Her taş altında gizli, bin imran oğlu MUSİ *** ***
di�rlik: Hayat imran oğlu MUSİ : MUSA peygamber
Söylememek harcısı, söylemeğin hasıdır Söylemeğin harcısı, gönüllerin pasıdır Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan Halka müderris ise, hakikatte asidir *** ***
Şeriat haberini şerh ile eydem işit Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır Ol geminin tahtası her nice muhkem ise Deniz mevci kat olsa, tahta uşanasıdır *** ***
Bundan içeri haber işit, eydeyin ey yar Hakikatin kafiri, şer'in evliyasıdır Biz talib-i ilimleriz, aşk kitabın okuruz Calap müderris bize, aşk hod medresedir *** ***
Harcısı : Uygunu Has : Güzel Şeriat : Kuranın Dışsal, açık anlamı Şerh : Açıklama Eydem : Söyleyim Hakikat : Kuranın gizli anlamlarının bilindiği makam Muhkem : Kuvvetli Mevc : Dalga Kat : Kesme Uşanmak : Kırılmak Kafir : İnkar eden, gerçeği örten Şer'in : Şeriatın Evliya : Hak dostu,Hakiki dindar Talib-i ilim : İlim öğrenen Hod : Kendi, zaten
Nice bir besleyesin, bu kadd ile kameti Düştün dünya zevkine unuttun kıyameti Dürüs, kazan, ye yedir, bir gönül ele getir Yüz KABEden yiğrektir, bir gönül ziyareti *** ***
Uslu değil delidir Halka Salusluk satan Nefsin müslüman etsin var ise kerameti Yunus imdi sen dahi, gerçeklerden olagör Gerçek erenler imiş, cümlenin ziyareti *** ***
Kadd : Boy,pos Kamet : Boy Dürüs : Toplayıp biraraya getirme Yiğrek : Daha iyi Salusluk: Hilekarlık Keramet : Olağanüstü işler, haller
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz *** ***
Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz Yunus canını terk et, bildiklerini terk et Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz *** ***
Davi : Savunulan sey Veli : Amma lakin Fena : Benliği terkedip yokluk halinde olma
Aşk makamı al� ır, aşk kadim ezelidir Aşk sözünü söyleyen, cümle kudret dilidir Diyen o, işiten o, gösteren o Her sözü söyleyen o, suret can menzilidir *** ***
Suret söz kanda buldu, söz sahibi kaçan oldu Surete kendi geldi, dil hikmetin yoludur Bu bizim işretimiz, oldur bu lezzetimiz İçip esridiğimiz, aşk şerbeti gölüdür Yunus sözünde yalan, görmedi mumin olan Ömrün zülmete salan, marifet yoksuludur *** ***
Ali : Yüksek,yüce Menzil : Ulaşılacak yer İşret : Eğlence Eşrimek: Sarhoş olmak Zülmet : Karanlık Marifet: Tasavvufta üstün bir makam
Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez Bir dem cehalette kalır, nesne bilmez nadan olur *** ***
Bir dem dev olur ya peri, viraneler olur yeri Bir dem uçar BELKIS ile sultan-ı ins u can olur Bir dem varır mescitlere, yüz sürer anda yerlere Bir dem varır deyre girer, incil okur ruhban olur *** ***
Bir dem gelir İSA gibi ölmüşleri diri kılar Bir dem girer kibr evine, Firavn ile Haman olur Bir dem döner CEBRAİLE rahmet saçar her mahfile Bir dem gelir gümrah olur, miskin Yunus hayran olur *** ***
Hayran : Şaşkın Şadan : Sevinçli Giryan : Ağlayan Beşaret: Mujdelenmek Şerh : Açıklama Nadan : Cahil Deyr : Kilise Ruhban : Rahip Mahfil : Toplantı yeri Gümrah : Sapmış
Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni *** ***
Aşkın aşıklar öldürür,Aşk denizine daldırır Tecelli ile doldurur,bana seni gerek seni Aşkın şarabından içem,Mecnun olup yola düşem Sensin dün ü gün endişem, Bana seni gerek seni *** ***
Sufilere sohbet gerek, Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek, bana seni gerek seni Eğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar Toprağım anda çağırır, bana seni gerek seni *** ***
Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri İsteyene ver onları, bana seni gerek seni Yunus-durur benim adım, gün geçtikce artar ödüm İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni *** ***
Tecelli: Allah eserlerinin mevcut olanda görünmesi Sufi : Derviş Maksud : Amaç
Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmişiki millet dahi Elin yüzün yumaz değil
*** ***
Yol odur ki, doğru vara Göz odur ki, Hakkı göre Er odur ki alçak dura Yüceden bakan göz değil
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır Okumaktan mani ne, kişi Hakkı bilmektir Çün okudun bilemedin, ha bir kuru emektir *** ***
Okudum bildim deme, çok taat kıldım deme Eri hak bilmez isen, abes yere yelmektir Dört kitabın manisi, bellidir bir elif te Sen elif dersin hoca, manisi ne demektir *** ***
Yunus der ki Ey hoca Gerekse var bin Hacca Hepisinden iyice Bir gönüle girmektir *** ***
Taat : İbadet Abes : Boş yere, boşuna Yelmek : Ardından gitmek Manisi : Anlamı
Ey beni ayıplayan, gel beni aşktan kurtar Elinden gelmez ise, söyleme fasid haber Hiç kimsene kendinden, halden hale gelmedi Cümlemizin halini, maşuk eder mukarrer *** ***
Aşıkların her hali, Maşuk katında biter Sözün var ona söyle, benim elimde ne var Her kim aşk kadehinden,içti ise bir cura Ona ne yad ne biliş, ona nesrik ne humar *** ***
Dost yüzünden nikabı, her kim giderdi ise Hicap kalmadı ona, ayruk ne hayr u ne şer Şeriat edebinden korkaram söylemeye Yokise eydeyidim daha ayrıksı haber Dost kılıçından Yunus ölürse gam değil Dost göğünden uyanan, Maşuk burcundan doğar *** ***
Fasid : Bozucu, fesat Mukarrer : Kararlaştırılmış Cur'a : Yudum Yad : Yabancı Biliş : Tanıdık Humar : İçkinin verdiği başağrısı Nesrik : Sarhoş Ayrıksı : Aykırı Nikap : Perde, yüz örtüsü
Haber eylen aşıklara, Aşka gönül veren benem Aşk bahrisi oluban denizlere dalan benem Gördüm göğün meleklerin, her biri bir işteymis Hak Calabın zikrin eden İNCİL benem KURAN benem *** ***
Gördüm diyen değil, gören Bildim diyen değil, bilen Bilen O'dur, gösteren O, Aşka esir olan benem *** ***
Deli oldum adım Yunus Aşk oldu bana kılavuz Hazrete değin yalınız Yüz sürüyü varan benem
Müslümanlar zamane yatlı oldu Helal yenmez, haram kıymetli oldu Fakirler miskinlikten çekti elin Gönüller yıkıben heybetli oldu *** ***
Peygamber yerine geçen hocalar Bu halkın başına zahmetli oldu Yunus gel aşık isen tevbe eyle Nasuh'a tevbe ucu kutlu oldu *** ***
Nasuh tevbesi : Bir daha bozmamak üzere edilen tevbe
Ya rab bu ne derttir derman bulunmaz Benim garip gönlüm aşktan usanmaz Aşık ki cana kaldı aşık olmaz Canın terketmeyen, ma'şukun bulmaz *** ***
Aşk pazarıdır bu canlar satılır Satarım canımı kimseler almaz Aşık, bir kişidir, Bu dünya malın Ahiret korkusun bir pula saymaz *** ***
Bu dünya ol ahiretten içeri Aşıkın yeri var kimseler bilmez Yunus öldü diye sela verirler Ölen hayvan imiş, AŞIKLAR ÖLMEZ *** ***
Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar Dış yüzüne o sızar içinde ne var ise *** ***
Ak sakallı pir hoca, bilemez hali nice Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise Sağır işitmez sözü, gece sanar gündüzü Kördür münkirin gözü, alem münevver ise *** ***
Gönül Calabın tahtı, CALAP gönüle baktı İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise Sen sana ne sanırsan ayrugada onu san Dört kitabın manası budur eğer var ise *** ***
Bildik gelenler geçmiş, konanlar geri göçmüş Aşk şarabından içmiş, kim mana duyar ise Yunus yoldan azuban, yüksek yerde durmasın Sinle sırat görmeye, sevdiği didar ise *** ***
Dem-be-dem : Zaman zaman Münevver : Bilgili, aydın Calap : ALLAH Pir koca : İhtiyar Bedbaht : Talihsiz Sin : Mezar Sırat : Cennet yolu Didar : Allaha kavusma, hakkın yüzü
Kime gönül verir isem, benim ile yar olmadı Halim bilip derdim sorup bana vefadar olmadı Haktan meğer takdir idi, Aşık oldu gönlüm sana Hiç kimseler bencileyin, aşka giriftar olmadı *** ***
İbrahime Nemrud odunu, aşktır gülistan eden Aşktan nazar ericeğiz, gülzar oldu nar olmadı Aşkta kahırlar çok olur, Aşıklara gayret gerek Yunus aşık oldun ise, aşıklarda ar olmadı *** ***
Giriftar : Tutkun olmak, tutulmak Gülistan,gülzar : Gül bahcesi Nar : Ateş Ar : Utanma
İlahi bir aşk ver bana, kandalığım bilmeyeyim Yavı kılayım ben beni, isteyiben bulmayayım Al gider benden benliği, doldur içime şenliği Diriliğimde öldür beni, varıp orda ölmeyeyim *** ***
Bülbül olup öteyim, dost bahçesinde yatayım Gül oluben açılayım, ayruk dahi solmayayım Aşkdır derdin dermanı, aşk yoluna koydum canı Yunus Emre eydur bunu, bir dem aşksız olmayayım. *** ***
Kanda : Nerede Yavı kılmak: Kaybetmek Ayruk : Artık, baska Eydur : Söylemek Dem : An,vakit
işitin ey yarenler, kıymetli nesnedir aşk Sultanları kul eyler, hikmetli nesnedir aşk Akilleri şaşırır deryalara düşürür Kayaları söyletir, kuvvetli nesnedir aşk *** ***
Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden ala değil Aşksız adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil
Sufiyim halk içinde, tesbih elimden gitmez Dilim marifet söyler gönlüm hiç kabul etmez Söylerim marifeti, saluslanırım katı Miskinliğe dönmeye gönlümden kibir gitmez *** ***
Görenler elim öper, tac u hırkaya bakar Söyle sanırlar beni, zerrece günah etmez Dışımda ibadetim sohbetim hoş taatım İç pazara gelince bin yıllık ayyar etmez *** ***
Dışım derviş içim boş, dilim tatlı sözüm hoş Amma ettiğim işi dinin değişen etmez Yunus eksikliğini Allah'ına arz eyle Onun keremi çoktur sen ettiğin o etmez *** ***
Saluslanmak : Hilekarlık, düzenbazlık.
Dervişlik dedikleri hırka ile tac degil Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil Durmuş marifet söyler, erene Yunus Emrem Yol eriyle yoldadır, yolsuza yoldaş değil
Hiç bir kişi bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz Ne hırsımız baydır bizim, ne nefsimiz içindeyiz Bir kimsenin devletine, ta'nediben biz gülmeyiz Ne munkiriz alimlere, ne tersanın Hacındayız Yunus eydur hey sultanım, özge şahım vardır benim Ko dünya altın gümüşün, ne bakır-u tacındayız *** ***
Bay : Zengin Ta'netmek : Yermek, kınamak Özge : Başka Tersa: Hıristiyan Munkir : İnkar eden
Canım erenler yolu inceden ince imiş Süleymana yol kesen şol bir karınca imiş Eydürler idi bana aşık avare olur, Geldi başıma gördüm, ol söz yerince imiş *** ***
Dört kitabın manisin okudum hasıl ettim Aşka gelicek gördüm, bir uzun hece imiş İki kişi söyleşir Yunus'u görsem diye Biri eydur ben gördüm bir AŞIK koca imiş
Ab-I hayatın çeşmesi aşıkların visalidir Sohbeti aşk ile eder, susamışları yakmaya Aşk mı derim ben ona Tanrının uçmağın seve Uçmak hod bir tuzaktır eblehler canın tutmağa *** ***
Aşık olan miskin olur Hak yoluna teslim olur Her ne dersen boyun tutar Çare yok gönül yıkmaya
*** ***
Ab-ı hayat : Ölümsüzlük suyu. Ledun ilmi, Hakka kavuşma. Visal : Kavuşma Uçmak : Cennet Hod : Kendi. Ebleh : Budala Miskin: Benliği terketmiş Boyun tutmak: Teslim olmak
İşitin ey yarenler Aşk bir güneşe benzer Aşk olmayan gönül Misal-i taşa benzer *** ***
Taş gönülde ne biter Dilinde agu tüter Nice yumusak söylese Sözü savaşa benzer *** ***
Geç Yunus endişeden Gerekse bu bişeden Ere aşk gerek evvel Ondan dervişe benzer *** ***
Yaren : Dost Agu : Zehir Bişe : Orman
Sensin kerim sensin rahim, Allah sana sundum elim Senden artuk yoktur emim, Allah sana sundum elim Ecel geldi vade erdi, Bu ömrüm kadehi doldu Kimdir ki içmeden kaldı, Allah sana sundum elim *** ***
Gözlerim göğe süzüldü, canım göğüsten üzüldü Dilim tetiği bozuldu, Allah sana sundum elim Geldim salacam sarılır, Dört yana sela verilir El namazıma derilir, Allah sana sundum elim *** ***
Cun cenazeden şeştiler, üstüme toprak saçtılar Hep koyubeni kaçtılar, Allah sana sundum elim Yunus tap uzattın sözü, Allah'ına tutgil yüzü Didardan ayırma bizi, Allah sana sundum elim *** ***
Emim : İlacım Salaca: Tabut taşıyan tahta Sela : Ölüm haberinin duyurulması Şeşmek: Çıkarmak Tap : Yeter, kafi Didar : Allahın cemali, yüzü
Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni Seherlerde kuşlar ile çağırayım mevlam seni Sular dibinde mahi ile, sahralarda ahu ile Abdal olup ya hu diye çağırayım mevlam seni *** ***
Gökyüzünde İSA ile Tur dağında MUSA ile Elindeki asa ile çağırayım mevlam seni Derdi okus EYYÜP ile, gözü yaşlı YAKUP ile Ol MUHAMMED mahbub ile çağırayım mevlam seni *** ***
Hamd u şükrullah ile, vasf-ı kulhuvallah ile Daim zikrullah ile çağırayım mevlam seni Yunus okur diller ile, ol kumru bülbüller ile Hakkı seven kullar ile çağırayım mevlam seni *** ***
Mahi : Balık Ahu : Ceylan Abdal : Derviş ya hu : Allah Okus : Çok Mahbub: Sevgili
Dolap niçin inilersin, Derdim vardır inilerim Ben Mevlaya Aşık oldum, Onun için inilerim Benim adım dertli dolap, suyum akar yalap yalap Böyle emreyledi CALAP, Derdim vardır inilerim *** ***
Beni bir dağda buldular, Kolum kanadım kırdılar Dolaba layık gördüler, derdim vardır inilerim Ben bir dağın ağacıyım, Ne tatlıyım ne Acıyım Ben Mevlaya duacıyım, Derdim vardır inilerim *** ***
Şol dülgerler beni yondu, her azam yerine kondu Bu iniltim Haktan geldi, Derdim vardır inilerim Yunus burda gelen gülmez, Kişi muradına ermez Bu fanide kimse kalmaz, Derdim vardır inilerim. *** ***
CALAP : Allah
La şerike okursun, sonra şerik katarsın Bire iki demegil, fitne kimden tutarsın Cun KURAN gökten indi, Onu Allah buyurdu Ondan haber ver bana, ha kitaptan ötersin *** ***
İlim okumaktan gerek kendözünü bilmektir Kendözünü bilmezsen bir hayvandan betersin Kılarsın riya namaz, günahın çok hayrın az Dinle neye varır söz, Cehennemde bitersin *** ***
Halka fetva verirsin, Ne için sen tutmazsın İhlas ile gelirsen bizden nesne utarsın Sen fakihsin ben fakir, sana hiç tan'umuz yok İlmin var amelin yok, günahlara batarsın *** ***
Utarsın : Kazanırsın Tan : Kınama
Canım kurban olsun senin yoluna Adı güzel kendi güzel Muhammed Şefaat eyle bu kemter kuluna Adı güzel kendi güzel Muhammed *** ***
Mu'min olanların çoktur cefası Ahirette olur zevk u sefası Onsekiz bir alemin Mustafa'sı Adı güzel kendi güzel Muhammed *** ***
Yedi gökleri seyran eyleyen Kürsi'nin üstünde cevlan eyleyen Mi'racda ümmetini dileyen Adı güzel kendi güzel Muhammed *** ***
Dört caryar anun gökçek yaridur Anı seven günahlardan beridur On sekiz bin alemin sultanıdur Adı güzel kendi güzel Muhammed *** ***
Aşık Yunus nider dünyayı sensiz Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz Sana uymayanlar gider imansız Adı güzel kendi güzel Muhammed *** ***
Kemter : Değersiz Cevlan : Dolaşma Şek : Şüphe Şefaat : Bağışlanmasını dileme
Canlar canını buldum bu canım yağma olsun Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım Dost vaslına eriştim gumanım yağma olsun *** ***
Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun Taalluktan üzüştüm ol dosttan yana uçtum Aşk divanına düştüm divanım yağma olsun *** ***
İkilikten usandım birlik hanına kandım Derd-i şarabın içtim dermanım yağma olsun Varlık cun sefer kıldı dost andan bize geldi Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun *** ***
Geçtim bitmez sağınçtan usandim yaz u kıştan Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin Ballar balını buldum kovanım yağma olsun *** ***
Assı : Kar, kazanç Hicab : Perde, örtü, utanç Vasl : Kavuşma Guman : Şüphe La-mekan : Mekansız Kavm : Kavim, yaşanılan yer, topluluk Taalluk : Alaka, ilgi Üzüşmek : Kesilmek, koparılmak Sağınç : Emel, istek
Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın Gel ne diyeyim sana sen derviş olamazsın Derviş bağrı taş gerek gözü dolu yaş gerek Koyundan yavaş gerek sen derviş olamazsın *** ***
Döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerek Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın Dilin ile şakırsın çok maniler dokursun Vara yoğa kakırsın sen derviş olamazsın *** ***
Kakımak varmışsa ger Muhammed de kakırdı Bu kakımak sende var sen derviş olamazsın Doğruya varmayınca Murşide ermeyince Hak nasib etmeyince sen derviş olamazsın *** ***
Derviş Yunus gel imdi ummanlara dal imdi Ummana dalmayınca sen derviş olamazsın *** ***
Kakımak : Kızmak, öfkelenmek Umman : Büyük deniz, okyanus
Taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın Aktın yine kanlı yaşım yollarımı bağlar mısın Nidem elim ermez yare bulunmaz derdime çare Oldum ilimden avare beni bunda eğler misin *** ***
Yavı kıldım ben yoldası onulmaz bağrımın başı Gözlerimin kanlı yaşı ırmak olup çağlar mısın Ben toprak oldum yoluna sen aşırı gözetirsin Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın *** ***
Harami gibi yoluma arkuri inen karlı dağ Ben yarimden ayrı düştüm sen yolumu bağlar mısın Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın *** ***
Esridi Yunusun canı yoldayım illerim kanı Yunus düşte gördü seni sayru mısın sağlar mısın *** ***
Yavı kılmak : Kaybetmek Yaşın yaşın : Gözyaşları döke döke Sayru, sayrı : Hasta
Acep şu yerde varmola şöyle garip bencileyin Bağrı baslı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin Gezerim rum ile şamı, yukarı illeri kamu Çok istedim bulamadım, şöyle garip bencileyin *** ***
Söyler dilim ağlar gözüm, gariplere göynür özüm Meğerki gökte yıldızım, şöyle garip bencileyin Nice bu dert ile yanam, ecel ere bir gün ölem Meğer ki sinim de bulam, şöyle garip bencileyin *** ***
Bir garip olmuş diyeler, üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar, şöyle garip bencileyin Hey Emrem Yunus biçare, bulunmaz derdine çare Var imdi gez şardan şare, şöyle garip bencileyin *** ***
Bencileyin : Benim gibi Bağrı başlı : Gönlü yaralı Göynümek : İçten yanmak Sin : Mezar Şar : Şehir
Azrail alır canımız, kurur damarda kanımız Yuyıcağız kefenimiz, saranlara selam olsun Gider olduk dostumuza, eremedik kastımıza Namaz için üstümüze, duranlara selam olsun *** ***
Sözdür söylenir araya, kimse değmez bu yaraya İltup bizi makbereye, koyanlara selam olsun AŞIK oldur HAKKI seve, HAK derdine kıla deva Bizim için hayır dua edenlere selam olsun *** ***
Aşık Yunus söyler sözü, Kan yaş ile doldu gözü Bilmeyenler bilsin bizi, Bilenlere selam olsun *** ***
Makbere : Kabir İltmek : İletmek, götürmek
Bu dervişlik yoluna, aşk ile gelen gelsin Ya dervişlik neydiğin, bir zerre duyan gelsin Hele biz iş bu yola, gelmedik riya ile Bu melametlik donun, bizimle giyen gelsin *** ***
Gözüyle gördüğünü, örte eteği ile Bu yol çok ince yoldur, yüreği duyan gelsin Her kim sever Allahı, rahmet kılar vallahi Dil sevgisiyle olmaz, Aşk ile yanan gelsin *** ***
İşbu sözü diyenden, bize nişan gerektir Sözün kısası budur, canına kıyan gelsin Yunus söz ile kimse, kabliyete geçmedi Bud u vücud dermiyan ortaya koyan gelsin *** ***
Melamet : Kınanma Kabliyet : Öne geçmek Bud u vücud dermiyan : Varlığını vücudunu aradan çıkaran
Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu Çıkmış islam bülbülleri öter Allah deyu deyu Salınır tuba dalları, Kuran okur hem dilleri Cennet bağının gülleri, kokar Allah deyu deyu *** ***
Kimi yiyip kimi içer, hep melekler rahmet saçar İdris nebi hulle biçer, biçer Allah deyu deyu Altındandır direkleri, Gümüştendir yaprakları Uzandıkca dudakları, biter Allah deyu deyu *** ***
Aydan arıdır yüzleri, misk-i amberdir sözleri Cennette Huri kızları, gezer Allah deyu deyu Hakka aşık olan kişi, akar gözlerinin yaşı Pür nur olur içi dışı, söyler Allah deyu deyu *** ***
Ne dilersen Haktan dile, Kılavuzla gir bu yola Bülbül aşık olmuş güle, öter Allah deyu deyu Açıldı gökler kapısı, rahmetle doldu hepisi Sekiz cennetin kapısı, açar Allah deyu deyu *** ***
Rıdvan-durur kapı açan, idris-durur hulle biçen Kevser şarabını içen, kanar Allah deyu deyu Miskin Yunus var yarına, koma bugünü yarına Yarın Hakkın divanına, varam Allah deyu deyu *** ***
Tuba : Cennet Ağacı Hulle : Elbise Nebi : Peygamber Rıdvan : Cennet, Cennet meleği
Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah Şol karşıki dağları, meşeleri bağları Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah *** ***
Kuru idik yaş olduk, kanatlandık kuş olduk Birbirmize eş olduk, uçtuk elhamdulillah Vardığımız illere şol safa gönüllere Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah *** ***
Beri gel barışalım, yad isen bilişelim Atımız eğerlendi estik elhamdulillah İndik Rum'u kışladık, çok hayır şer işledik Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah *** ***
Dirildik pınar olduk, irkildik ırmak olduk Artık denize dolduk, taştık elhamdulillah Taptuğun tapusuna, kul olduk kapusuna Yunus miskin çiğ idik, piştik elhamdulillah *** ***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde Bir isen birliğe gel, ikiyi bırak elden Bütün mana bulasın, sıdk u iman içinde *** ***
Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrine AŞK ile gider iken, iz buldum can içinde Bu izimi izledim, sağım solum gözledim Çok acaibler gördüm, yoktur cihan içinde *** ***
Yunus senin sözlerin, manadır bilenlere Söylenecek sözlerin devr-i zaman içinde *** ***
Guman : Şüphe Bahri : Deniz
Can olgil can içinde, kalma guman içinde İstediğin bulasın, yakın zaman içinde Rüku secde de kalma, Ameline dayanma İlm u amel gark olur, naz u niyaz içinde *** ***
İkiligi terketgil birlik makamın tutgil Canlar canın bulasın, işbu dirlik içinde Şeriat korucudur, hakikat ordusunda Senin için korunur, hasıl ordu içinde *** ***
Aynel-yakin görüptür, Yunus mecnun oluptur Bir ile bir oluptur, Hakkel-yakin içinde *** ***
Aynel-yakin : Hakka Aşık olanların ulaştığı mertebe Hakkel-yakin : Aşkın artıp, HAK ile BiR olma, (ayrılığın kalkması)
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde *** ***
Kim gördü onu ayan, ne nakşu ne hod nişan Söz "len terani" dir, Musa'ya Tur içinde Yunus sen ne dilersin, dostu görem der isen Ayandır görenlere, ol gönüller içinde *** ***
Tebdil : Değişik görünmek, değişik ayruk : Başka Len terani : Allahın, Musa Peygambere "Beni göremezsin" hitabı Ayan : Açık, açıkca ortada
Ol calabımın aşkı bağrımı baş eyledi Aldı benim gönlümü, sırrımı faş eyledi Hergiz gitmez gönülden hiç eksik olmaz dilden Calab kendi nurunu gözüme tuş eyledi *** ***
Can gözü onu gördü, dil ondan haber verdi Can içinde oturdu, gönlümü arş eyledi Bir kadeh sundu cana, can içti kana kana Dolu geldi peymane, canı sarhoş eyledi *** ***
Esruk oldu canımız, dur döker lisanımız Ol calabımın aşkı, beni sarhoş eyledi Yunus imdi avunur, dostu gördü sevinir Erenler mahfilinde aşka cünbüş eyledi *** ***
Faş : Gizliyi açıklama Tuş etmek : Yönelmek, yöneltmek Peymane : Büyük Kadeh Mahfil : Meclis, toplantı yeri
Doldur bize sun kadehi, Aşk şarabından ey saki Ol denizden içir bize, k'andan içer seyh u faki Kim ki bir dem sohbet ola, mufti müderris mat ola Bir ilahi devlet ola, ondan içen oldu baki *** ***
Okudun yedi mushafı, ha taat gösterir safi Çünki amel eylemedin, gerekse var yüzyıl oku Bin kez hacca vardın ise, Bin kez gaza kıldın ise Bir kez gönül kırdı, ise gerekse var yollar doku *** ***
Gönül mü yeğ, Kabe mi yeğ, eyit bana aklı eren Gönlü yeğ-durur zira kim gönüldedir dost durağı Yunus işin budur, hemen tutgil gönüller eteğin Dilersen baki olasın, gönüller oldu baki *** ***
K'andan : ki ondan faki : FIKIH alimi
Arayı arayı bulsam izini İzinin tozuna sürsem yüzümü Hak nasip eylese görsem yüzünü Ya Muhammed canım arzular seni *** ***
Bir mübarek sefer olsa da gitsem Kabe yollarında kumlara batsam Hub cemalin bir kez düşte seyretsem Ya Muhammed canım arzular seni *** ***
Yunus metheyledi seni dillerde Sevilirsin bütün bu gönüllerde Ağlayı ağlayı gürbet ellerde Ya Muhammed canım arzular seni *** ***
Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi Hele bana şöyle geldi, şol göz yumup açmış gibi İşbu söze hak tanıktır, Bu can gövdeye konuktur Bir gün ola çıka gide, kafesten kuş uçmuş gibi *** ***
Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise Yarın anda karşı gele, Hak şarabın içmiş gibi Bir miskini gördün ise, bir eskice verdin ise, Yarın anda karşı gele, Hak libasın biçmiş gibi Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler Meğer HIZIR, İLYAS ola, Ab-ı hayat içmiş gibi *** ***
Helal kıldı maşuka, Aşık kendi kanını Maşuk nakşından okur, Aşk eri kuranını Yardan ayrı olunca, asılıp ölmek yeğdir Aşık kendi bırakır boynuna urganını *** ***
Gitmez aşık gözünden, hergiz maşuk hayali Nitekim ZELHA verir YUSUF un nişanını Dirlik budur maşuka, Aşık yolunda öle Sorarlar ise eydem aşıkın burhanını *** ***
BELKIS ile SÜLEYMAN aşka düştü bir zaman İsteyip bulmadılar bu derdin dermanını Gökteki HARUT MARUT, Aşk için indi yere Zühre yüzün görünce unuttu rahmanını *** ***
FERHAD bu aşk yolunda başın külünge tuttu HÜSREV ŞİRİN derdinden dosta verdi canını LEYLA ile MECNUN işi aceb gelir bu halka Abdurrezzak terketti aşk için imanını Zamane vefaları cefa gelir Yunus'a Bir doğru yar bulunca feda kılar canını *** ***
Burhan : Delil Güzaf : Bos laf Külüng : Kazma
Severem ben seni candan içeri Yolum vardır bu erkandan içeri Beni sorma bana benden değilem Suretim boş yürür dondan içeri *** ***
Tecelliden nasib erdi kimine Kiminin maksudu bundan içeri Senin aşkın beni benden alıptır Ne Şirin dert bu dermandan içeri *** ***
Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat Marifet andan içeri SÜLEYMAN kuş dili bilir dediler SÜLEYMAN var SÜLEYMAN dan içeri *** ***
Unuttum din diyanet, kaldı benden Bu ne mezheptir, dinden içeri Dinin terk edenin küfürdür işi Bu ne küfürdür imandan içeri Geçer iken Yunus şeş oldu dosta Ki kaldı kapıda andan içeri *** ***
Suret : Yüz, dış görünüş Don : Elbise Tecelli: Görünme, belirme Gün : Gündüz, güneş Şeş olmak: Karşılaşma, raslamak
Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni Girmiş surette geçer, cümle işleri düzer Geri kendiye söyler, gevher ile bu kanı *** ***
Bu dünya bir pazardır, suretler dükkan olmuş Bu dükkana giriben, oldur satan bu kanı Bir niceler kayırır, bunca malım kaldı der Veren oldur alan ol, sormaz nedir ziyanı Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı *** ***
Suret : Yaratılmış şeyler Kan : Maden
Bir sakiden içtik şarap, Arştan yüce meyhanesi Ol sakinin mestleriyiz, canlar onun meyhanesi Bir meclistir meclisimiz, anda ciğer kebap olur Bir şemdir burda yanan, güneş onun pervanesi *** ***
Aşk oduna yananların, Kulli vücudu nur olur Ol od bu oda benzemez, hiç belirmez zebanesi Ondaki mest olanların, "Enel hak" tır sözleri Hallac Mansur gibidir en kemine divanesi *** ***
Ol meclisin bekrileri, şol şah-ı Edhem gibidir Belh şehrinde yüzbin ola her guşede viranesi Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi *** ***
Saki : İçki dağıtan Mest : Sarhoş Peymane: Kadeh Şem : Hepsi Zebane : Alev Kemine : En aşağı Bekri : Sarhoş Guşe : Köşe Cezbe : İlahi sarhoşluk hali
Ey yarenler eydemezem, canım neye yandığını Dil ile vasfedemem, gönlümü kim aldığını Gönlüm dolu sığmaz dile, Aşıktır ol kim hal bile Aşk niceyi verdi yele, anlayamaz nolduğunu *** ***
Aşktan haber bilenlerin, Aşk derdiyle dolanların Küfrü iman olanların, ayıplaman güldüğünü Ağlamak gülmektir aşıka, dirilmek ölmektir aşığa Kahr ile lütfü bir bilir, bilmez melul olduğunu *** ***
Aşık yunus eyledi lal, Yunus kanı aşka helal Koy verin etsin paymal, görmesin ayrıldığını *** ***
Eydemezem : Söyleyemem Vasfetmek : Tasvir etmek Melul : Üzülen Kahr : Güçlük, zor Lütuf : İhsan, iyilik Paymal : Ayak altında çiğnenmiş
Ezeliden var idi, canımda bu aşk odu Eşkere etmez idim, bilirdim ki dost koydu Ben razıyam bu yolda, günde bin kez yanarsam Şekerden daha tatlı, şirindir aşkın tadı *** ***
Aşk anadan doğmadı, kimseye kul olmadı Hükmüne kıldı esir, cümle bilişi, yadı Aşka mecnun olanlar, assı ziyandan farig Korkmaz ıssı soğuktan, pes ne biliser odu *** ***
Ezeli : Evveli olmayan Eşkere : Açıklamak Biliş : Tanıdık Yad : Yabancı Assı : Kazanç, kar Is : Sahip Farig : Vazgeçmiş
Ben bunda seyr eder iken, aceb sırra erdim ahi Bir siz dahi sizde görün, dostu bende gördüm ahi Bende baktım bende gördüm, benim ile BiR olanı Suretime can vereni, Kimduğini bildim ahi *** ***
İsteyuben bulamazam, o ben isem ya ben hani Seçemedim ondan beni, bir kez o oldum ahi Maşuk benimledir bile, ayrı değil kıldan kıla Irak sefer bizden kala, dostu yakın gördüm ahi *** ***
Munim oldum yoksul iken, benim oldu kevn-i mekan Yerden göğe magrib meşrik, yere göğe doldum ahi Nitekim ben beni bildim, bu oldu ki HAKKI buldum Korkum onu buluncadı, korkudan kurtuldum ahi Yunus kim öldürür seni, veren alır tatlı canı Bu canlara hükmedenin, kim olduğun buldum ahi *** ***
Acep : Garip Ahi : Kardeş Kimduğini: Kim olduğunu Munim : Nimet veren(Hak) Kevn-i Mekan :Var olan her şey Magrib, Meşrik : Doğu, Batı
Benem ol aşk bahrisi denizler hayran bana Derya benim katremdir zerreler umman bana Kafdağı zerrem değil ay u güneş bana Haktır aslım şek değil, Murşittir kuran bana *** ***
Yok iken ol barigah, var idi ol padişah Ah bu aşk elinden ah, dert oldu derman bana ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana *** ***
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana Şeriat ehli ırak eremez bu menzile Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana Yunus bu halk içinde eksikliktir HAK bilir Divane olmuş çağırır, dervişlik buhtan bana *** ***
Bahri : Bir cins deniz ördeği, deniz Derya : Deniz Katre : Damla Umman : Okyanus Zerre : En kucuk parca Murşit : Rehber, Hak aşığı, Şeyh Arş : Göğün en yüksek katı Safa : Berraklık Vefa : Sözde durma, İhsan : Lütuf, bağış Şeriat : Kuranın yüzeysel emirleri Ehil : İş bilen Menzil : Varılacak hedef Buhtan : İftira
Niteliğim soran işit hikayet Su vu toprak od u yel oldu suret Dört muhalif nesneden dört duvarın Sazıkar eyledi verdi keramet *** ***
Yel ile toprağı kıldı muallak Su içinde odu tuttu selamet Rızkı ömrü tamam eyledi henüz Şeş cihet olmadan tuttugu kisvet *** ***
Baki tertiplerimi şerh edeyim İnayet mevcudu sem'u basaret Aklımın haberi bugünkü değil Onu er derisen evvelki ayet Yunus ile bu ne denli nasibim Gönül dost durağı, dilim şehadet *** ***
Sazıkar : Uygun Muallak : Asılı, havada duran Şerh : Açıklama İnayet : Yardım Sem : İşitme Basaret : Görme
Aşk imamdır bize, gönül cemaat Kıblemiz dost yüzü daimdir salat Dost yüzün göricek, şirk yağmalandı Anıncun kapıda kaldı şeriat *** ***
Gönül secde kılar, dost mihrabında Yüzün yere vurup kılar münacat Münacat gibi vakt olmaz arada Kim ola dost ile bu demde halvet *** ***
Şeriat eydur, sakın şartı bırakma Şart ol kişiye kim ede hiyanet Erenler nefesi devletli rumuz Onunla fitneden olduk selamet "Beli" kavlin dedik evvelki demde Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat *** ***
Derildi beşimiz, bir vakte geldi Beşi bir eyleyip, kim kıla taat Biz kimse dinine hilaf demeziz Din tamam olucak doğar muhabbet *** ***
Doğruluk bekleyen dost kapısında Gümansız ol bulur ilahi devlet Yunus ol kapıda kemine kuldur Ezelden ebede dektir bu izzet *** ***
Şirk : Allaha ortak koşma Mihrab : Kıbleyi gosteren yer Münacat : Yalvarma Halvet : Yalnız kalma Beli : Yaratılan ruhların Allaha verdikleri söz (Evet sen rabbimizsin anlamında) Rumuz : İşaret, söz, simge Fitne : Hile, ayartma Kavl : Söz Derilmek : Düzenlenmek Hilaf : Karşı, aksi Güman : Şüphe Kemine : Aciz, en değersiz
Din umillet sorar isen, aşıklara din ne hacet Aşık kişi harab olur, harab bilmez din diyanet Aşıkların gönlü gözü maşuk diye gitmiş olur Ayruk surette ne kalır kim kılısar zühd u taat *** ***
Taat kılan uçmağ için din tutmayan tamu için Ol ikiden farig olur, neye benzer bu işaret Her kim dostu sever ise, dosttan yana gitmek gerek İşi gücü dost olucak, cümle işten olur azat *** ***
Onun gibi maşukanın haberini kim getirir CEBRAİL-İ MURSEL sığmaz, böyle olundu işaret Soru hesap olmayısar, dünya ahret kovana MUNKER u NEKiR ne sorar terkolucak cümle murad Havf u reca gelmez onda varlık yokluk bırakana İlm u amel sığmaz onda ne terazi var ne sırat *** ***
Ol kıyamet pazarında her bir kula BAŞ kaygısı Yunus sen aşıklar ile hiç görmeyesin kıyamet *** ***
Hacet : İhtiyaç Di�anet : Dini kurallar, yordamlar Farig : Vazgecmek Havf u reca : Korku ve ümit
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü Boştan ıssı kakıyıp, der ne yersin kozumu Ağrılık yaptı bana, buhtan eyledim ona Çerçi de geldi dedi, niye aldın kuzumu *** ***
Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım Nedir diye sorana, bandım verdim özünü İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş Becid becid ısmarlar, gelsin alsın bezini *** ***
Bir serçenin kanadın, kırk katıra yüklettim Çift dahi çekemedi, şöyle kaldı kazını Bir sinek bir kartalı salladı urdu yere Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu *** ***
Bir kut ile güreştim, elsiz ayağım aldı Güreşip basamadım göyündürdü özümü Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana Öylelik yola düştü, bozayazdı yüzümü *** ***
Balık kavaga çıkmış, zift turşusu yemeğe Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü *** ***
Tosbağaya sataştım, gözsüzsepek yoldaşı Sordum sefer nereye, Kayseri'ye azimli YUNUS BİR SÖZ SÖYLEDİN,HİÇ BİR SÖZE BENZEMEZ MUNAFIKLAR YÜZÜNDEN ÖRTTÜN MANA YÜZÜNÜ *** ***
Issı : Sahibi Kakımak: Kızmak Koz : Ceviz Buhtan : İftira Çerçi : Seyyar satıcı Becid : Acele Küt : Kötürüm Göyündürmek : Kendi kendine yanmak Koduk : Sıpa Gözsüzsepek : Köstebek Munafık: İçi dışı bir olmayan, sahte müslüman
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir *** ***
Ne elif okudum ne cim varlığındandır kelecim Bilmeye yüzbin müneccim, taliim ne ıldızdan gelir Şule bize aydan değil, Aşk eri bu soydan değil Rızkımız bu evden değil, derya-yı ummandan gelir *** ***
Biz bir bahane arada, Ayruk de elden ne gele Hak cun emir eyler, Cana bu keleci andan gelir Yunus bir dert ile ah et, Kahr evinde neyler rahat Bu derde derman keffaret, bir ah ile suzdan gelir *** ***
Kandan : Nereden Halık : Yaratan, Allah Elif, cim : Arap alfabesinden harfler Keleci : Söz Müneccim : Yıldız falcısı Ildız : Yıldız Şule : Işık Rızk : Nimet Ayruk : Başka Kahr : Dert Derman : İlaç, şifa Keffaret : Karşılık Süz : Yanıp tutuşma
Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir *** ***
Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ aslıdır *** ***
Koğıl : Bırak Fasid : Fesatcı, bozguncu Kal u bela : Yaratanın, Rabliğini ruhlara onaylattığı söz Kadim : Ezel, öncesi olmayan zaman, Allah Biliş : Tanışıklık Beşaret : Müjde Kullun yerci : Herşey döner (Haktan gelen hakka dönecektir)
Canını aşk yoluna vermeyen aşık mıdır Cehdeyleyip ol dosta ermeyen aşık mıdır Dost sevgisin gönülde, can ile berkitmeyen Tul-i emel defterin dürmeyen aşık mıdır *** ***
Nefs arzusundan geçip, aşk kadehinden içip Dost yoluna er gibi, durmayan aşık mıdır Dün ü gün ü riyazetde halvetlerde diz çokup Sohbetlerde baş çatıp, durmayan aşık mıdır *** ***
Yunus imdi ol dostun, cefasına sabreyle Yüreğine aşk odun, Urmayan aşık mıdır *** ***
Cehd : Gayret Berkitmek : Pekiştirmek Tül-i emel : Aşırı isteklerden oluşan emeller Nefs : Öz varlık, can, arzular emeller kaynağı Riyazet : Nefs terbiyesi Halvet : Yalnızlık Cefa : Zorluk, sıkıntı Od : Ateş Urmak : Vurmak
Hakikatin manisin şerh ile bilmediler Erenler bu dirliği, riya dirilmediler Hakikat bir denizdir, şeriattır gemisi Çoklar gemiden çıkıp, denize dalmadılar *** ***
Bunlar gelip kapıya, şeriatta durdular İçeri giribeni ne vardır bilmediler Dört kitabı şerh eden, Asidir Hakikatte Zira tefsir okuyup, Manisin bilmediler *** ***
Yunus adın sadıktır, bu yola geldin ise Adın değşirmeyenler, bu yola gelmediler *** ***
Hakikat : Gerçek, sırların açıldığı makam Şeriat : Din yolunda dışsal emirleri içeren başlangıç aşaması Tefsir : Açıklama
İşbu vücud şehrine bir dem giresim gelir İçindeki sultanın yüzün göresim gelir İşidirim sözünü, göremezem yüzünü Yüzünü görmekliğe, canım veresim gelir *** ***
Erenlerin sohbeti, arttırır marifeti Bi-dertleri sohbetden, her dem süresim gelir Miskin Yunusun canı, dört tabiat içinde Aşk ile can sırrına pinhan varasım gelir *** ***
pinhan : Gizli
Aşkın ödü ciğerimi yaka geldi yaka gider Garip başım bu sevdayı çeke geldi çeke gider Kar etti firak canıma, Aşık oldum sultanıma Aşk zincirin dost boynuma, taka geldi taka gider *** ***
Arada olmasın naşı, onulmaz bağrımın başı Gözlerimin kanlı yaşı, aka geldi aka gider Aşık Yunusun sözleri efgan eder bülbülleri Dost bahçesinde gülleri, koka geldi koka gider *** ***
Firak : Ayrılık
Bu sema'a girmeyen sonra peşiman olur Erişir bizim ile ser-be-ser düşman olur Dosttur bizi okuyan, üstümüzde şakıyan Şimd'üçbuçuk okuyan derin Danışman olur *** ***
Hey biçare Danışman, Et dervişi dervişhan Dervişlere erişen, işine pişman olur YUNUS eydur MEVLANA, epsem otur yerinde Bu sohbete doymayan sonra sevişken olur *** ***
Epsem : Dilsiz
Arifler ortasında Sufilik satmayalar Cun Sufiye ihlas oldu, Aşka riya katmayalar Ya gel bildiğinden eyit, yahut bilenlerden işit Teslimin ucun tutup, hiç sözü uzatmayalar *** ***
Kuran'ı virip idi, gönüle evim dedi Gönül ev ıssın bilmez ademden tutmayalar Mumsuz baldır şeriat, tortusuz yağdır tarikat Dost için balı yağa ne için katmayalar *** ***
Evvel ADEM yanıldı, uçmakta buğday yedi İşi HAKtan bilenler şeytandan tutmayalar Şirin huylar eyleğil, tatlI sözler söyleğil Sohbetlerde YUNUSu hergiz unutmayalar *** ***
Arif : İ�lim irfan sahibi Sufi : Derviş, mutasavvıf Uçmak : Cennet Hergiz : Asla
Ey dünü gün HAK isteyen, bilmezmisin HAK kandadır Her kandasam anda hazır, kanda bakarsam andadır İstemegil HAKKI ırak, Gönüldedir HAKKA durak Sen senliğin elden bırak, tenden içeri candadır *** ***
Gir gönüle bul andadır, benliğinin defterin dur Ol has gevher bil andadır sanam kim ol ummandadır Ol ummanda yüzbin gevher bir zerreden oldu kemter Ol cana zeval mi erer, canı ab-ı hayvandadır *** ***
Eyleğil suretin viran, can sırrıdır ona eren Batın gözüdür dost gören zahir gözü yabandadır Kim ki gaflet icre geçer, canı zeval suyun içer Derviş gönlü arşta uçar, çünki mekanı ondadır *** ***
Ab-ı hayvan : Ebedilik veren su Batın : İç, gizli Zahir : Dış, görünen
Yar yüreğim yar, gör ki neler var Bu halk içinde bize güler var Ko gülen gülsün, HAK bizim olsun Gafil ne bilir, HAKKI seven var *** ***
Bu yol uzaktır menzili çoktur Geçidi yoktur, derin sular var Girdik bu yola Aşk ile bile Gurbetlik ile bizi salar var *** ***
Her kim merdane, gelsin meydane Kalmasın cana kimde hüner var Yunus sen bunda meydan isteme Meydan içinde merdaneler var *** ***
Dost senin aşkın oku key katı taştan geçer Aşkına düşen kişi can ile baştan geçer Dün ü günü zar olur aşkın ile yar olur Endişesi sen olan, cümle tesvişten geçer *** ***
Aşkına düşenlerin, yüreği yanar olur Kendini sana veren, düğeli işten geçer Dünyanın muhabbeti agülü aşa benzer Ahırın sanan kişi, agülü aştan gecer *** ***
Başında aklı olan, ücrete amel etmez Hurilere aldanmaz, göz ile kaştan geçer Yunusun gönlü gözü, doludur HAK sevgisi Sohbet ihtiyar eden, yad u bilişten geçer *** ***
Key : Pek çok Tesviş : Kargaşa Düğeli : Bütün, hepsi İhtiyar : Seçmek, Seçkin
Bilirmisiniz ey yarenler, gerçek erenler kandadır Kanda baksam anda hazır, Kanda isterem andadır Aşksızlara benim sözüm, benzer kaya yankısına Bir zerre aşkı olmayan, belli bilin yabandadır *** ***
Yalancılık eylemeğil aşka yalan söylemeğil Bunda yalan söyleyenin, anda yeri zindandadır Ey kend'özün bilmeyen söz manisin bulmayan Hak varlığın istersen, Us ilm ile Kurandadır *** ***
Allah benim dediğine, vermiş verir aşk varlığın Kimdeki var bir zerre aşk Calap varlığı ondadır Niceler eydur Yunusa Kocaldın sen aşkı koğıl Bu aşk bize yeni geldi, henuz dahi turfandadır *** ***
Aşkla gelen erenler içer aguyu nuş eder Topuğa çıkmayan sular, deniz ile savaş eder Bu sohbete gelmeyenler, HAK nefesi almayanlar Sürün onu burdan gitsin, Durur ise çok iş eder *** ***
Cahildir mani'den almaz oturur kararı gelmez Öleceğini hiç sanmaz, yüzbin yıllık teşviş eder Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar Yunus Emrem yolsuzlara yol gösterdi vu hoş eder *** ***
Nuş etmek : İçmek Man'i : Anlam Tesviş : İşkillenme
Türlü türlü cefanın, adını aşk vermişler Bu cefaya katlanan, dosta halvet vermişler Kime ki aşk ulaşa, her dem kaynaya taşa İyi dirlik hem yavuz, dört yanında durmuşlar *** ***
Her kim aşk eri ise, aşka müşteri ise Aşk onun yarı ise, canına öd urmuşlar Miskin Yunusun canı başında serencamı Aşka munkir ademi bu meydandan sürmüşler *** ***
Halvet : Yalnızlık Serencam : Başa gelen Munkir : İnkar eden
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı Söz ola agülü aşı, yağ ile bal ede bir söz *** ***
Kişi bile söz demini, Demeye sözün kemini Bu cihan cehennemini, Sekiz cennet ede bir söz Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden Pek sakın o sah katından, Seni ırak ede bir söz *** ***
Dem : Etki Kem : Fena, değersiz Yat : Usul, yol yordam
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk *** ***
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk *** ***
Furkan : KURAN Saddak : Doğru
Bir nazarda kalmayalım gel dosta gidelim gönül Hasret ile ölmeyelim gel dosta gidelim gönül Gel gidelim can durmadan suret terkini urmadan Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül *** ***
Gel gidelim kalma ırak dost için kılalım yarağ Şeyhin katındadır durak gel dosta gidelim gönül Terk edelim il u şarı dost için kılalım zarı Ele getirelim yarı gel dosta gidelim gönül *** ***
Bu dünyaya kanmayalım fanidir aldanmayalım Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül Biz bu cihandan göçelim ol dost iline uçalım Arzu hevadan geçelim gel dosta gidelim gönül *** ***
Kılavuz ol sen bana günilelim dosttan yanate Bakmayalım önden sona gel dosta gidelim gönül Bu dünya olmaz payidar aç gözünü canın uyar Olgıl bana yoldaş u yar gel dosta gidelim gönül *** ***
Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül Gerçek erene varalım Hakk'ın haberin soralım Yunus Emre'yi bulalım gel dosta gidelim gönül *** ***
Heva : Heves, nefse düşkünlük Günilmek : Yönelmek, kıskanmak Payidar, paydar : Devamlı, sürekli Yarağ kılmak : Hazırlanmak, hazırlık yapmak Terkin urmak : Terketmek, bırakmak
Tehi görme kimseyi hiç kimsene boş değil Eksiklik ile nazar erenlere hoş değil Gönlünü derviş eyle dost ile biliş eyle Aşk eri şol ma'nide derviş içi boş değil *** ***
Derviş bilir dervişi Hak yoluna durmuşu Dervişler Huma kuşu çaylak u baykuş değil Dervişlik aslı candan geçti iki cihandan Haber verir sultandan bellidir yad kuş değil *** ***
Ey Yunus Hakk'ı bilen söylemez hergiz yalan İkilik ile gelen doğru yol bulmuş değil *** ***
Tehi : Bos, kimsesiz Yad : Yabancı, el kişi Hergiz : Asla
Hak Calabım Hak Calabım sencileyin yok Calabım Günahlarımız yarlığa ey rahmeti çok Calabım Ben eydürem kim ey gani nedir bu derdin dermanı Zinhar esirgeme beni aşk oduna yak Calabım *** ***
Kullar senin sen kulların günahları çok bunların Uçmağına koy bunları binsinler Burak Calabım Ne sultan ne baylardasın ne köşk ü saraylardasın Girdin miskinler gönlüne edindin durak Calabım *** ***
Ne ilmim var ne taatım ne gücüm var ne takatım Meğer senin inayetin kıla yüzüm ak Calabım Yarlığağıl sen Yunusu günahlı kulların ile Eğer yarlıgamaz isen key katı firak Calabım *** ***
Calab : Allah Yarlıgamak : Bağışlamak İnayet : Yardım Firak : Ayrılık
Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem Irmak gibi ben çağlaram geh gülerem geh ağlaram Nefsin ciğerin doğraram kibr u kini yıkan benem *** ***
Kırdım bu nefsin çerisin bir itdim burc u barusun Pak eyledim içerisin milketini yuyan benem Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem *** ***
Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem Benim durur bu cümle iş hikmetimle yaz u kış Ben bilirim yad u biliş ırılmadan duran benem *** ***
Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem Nemrud odun �brahim'e ben bag u bostan eyledim Küfür yüzünden doğuban gene ödü yakan benem *** ***
Ol Hallac-ı Mansur ile söyler idim enel Hakk'ı Benem gi'nönün boynuna dar urganın takan benem Ol Hak habibi Mustafa mi'raca edicek sefer Ol dem canım hak eyledim ol sırrı duyan benem *** ***
Şimdi adım Yunus durur ol demde İsmail idi Ol dost için Arafat'a kurban olup çıkan benem Cerh benim hükmümdedir her kanda ben oturmusam Mülk benim elimdedir yıkan benem yapan benem *** ***
Sa'd benem said benem Yunus dahi benimledir İlm-i ledundur ustadım ol esrarı duyan benem *** ***
Burcu u baru : Kule ve hisar Milket : Memleket Didar : Yüz, Allah'ın cemali Kulli : Hepsi, tümü Hak : Toprak Yüz tutmak : Yönelmek Yad u biliş : Tanıdık tanış Cerh : Gök, felek Said : Kutlu, Allah'ın beğendiği Sa'd : Uğurlu, mübarek
Her kacan anarsam seni kararım kalmaz Allahım Senden ayrı gözüm yaşın kimseler silmez Allahım Sensin ismi baki olan sensin dillerde okunan Sensin aşkına dokunan kendini bilmez Allahım
*** ***
Sen yarattın cism u cani sen yarattın bu cihanı Mü�lk senindir kerem kkaıl kimsenin olmaz Allahım Okunur dilde destanın açılır bag u bostanın Sen baktığın gülistansın gülleri solmaz Allahım *** ***
Aşk bahrna dalmayan canını feda kılmayan Senin cemalin görmeyen meydana gelmez Allahım Zor olur aşıkın işi durmaz akar gözün yaş Senden ayrı düşen kişi didarın gö�rmez Alahım *** ***
Aşık Yunus seni ister lütf eyle cemalin göster Cemalin gören aşıklar ebedi ölmez Allahım Kacan : Ne vakit ki Kerem : Cömertlik Cism u can: Beden ve Ruh Kan : Maden Ocağı Didar : Allahın cemali,yüz
Tehi görmen siz beni dost yüzün görüp geldim Baki devr-i rüzgigar dost ile sürüp geldim Oldur söyleyen dilde varlık dostundur kulda Varlığım hep ol ilde ben bunda garip geldim *** ***
Bezirganam mataım çok dest-girim ustadım Hak Ziyanım assıya cümle anda değişip geldim Yer u gök yaratıldı aşk ile bünyad oldu Toprağa nazar kıldı aksırdı durup geldim *** ***
Gördüm yedi tamusun anda sekiz uçmağın Korkudan günahımı anda sızdırıp geldim İşi oldum kudretten bahanem bir avretten İnayet oldu Hak'tan ölü dirgörüp geldim *** ***
Adem olup durmadan nefsin boynun burmadan Yanıldım buğday yedim uçmaktan sürülüp geldim Musayla Tur'a çıktım binbir kelime dedim Bu Hak bizi ne bilsin anda bilinip geldim *** ***
Nuh oldum tufan için çok duruştum din için Duymayanın tagadan suya boğdurup geldim Yalan değildir sözüm bak yüzüme aç gözün Dah'örtülmedi izim uş yoldan erip geldim *** ***
Çerçiş oldum basıldım Mansur oldum asıldım Hallac pamuğu gibi bunda atılıp geldim Eyyüb oldum tenime cefa kıldım canıma Çağırdım Sübhanıma kurtlar duruyup geldim *** ***
Zekerya oldum kaçtım erdim ağaça geçtim Kanım dört yana saçıp tepem deldirip geldim Yalınız Sübhan idi peygamberler can idi Yunus hod pinhan idi suret değişip geldim Dirgörmek : Diriltmek Taga : Taka, büyük kayık Pinhan : Gizli Dürümek : Bir araya getirmek
Ben bir aceb ile geldim kimse halim bilmez benim Ben söylerem ben dinlerem kimse dilim bilmez benim Benim dilim kuş dilidir benim ilim dost ilidir Ben bülbülem dost gülümdür bilin gülüm solmaz benim *** ***
Ol dost bana gelsin demiş sundum kadeh alsın demiş Aldım kadeh içtim şarab ayruk gönlüm ölmez benim Ne Tür'üm var ne durağım hiç yerde yoktur kararım Hakk'a münacaat etmeye belli yerim olmaz benim *** ***
Sor durduğum yeri bana gelirsen gösteren sana Bir zerrece Hak'tan ayrı gözüm nesne görmez benim Tur dağında bir tecelli gör Musi'ye neler kıldı Yunus eydur Hak katında sözüm geri kalmaz benim *** ***
Tecelli : Görünmek Ayruk : Ayrı, başka Göğnü : Yanmak, yanık Tap : Yeter, kafi Zari kılmak : Ağlamak, inlemek Dar : Ev, yurt, darağacı Munkir : İnkar eden
Her kancaru döner isem aşk iledir işim benim Öldür gönlümde teşvişim hem aşktır yoldaşım benim Aşıklara göynür özüm onuncun faşolur razım Göriceğiz aşıkları kaynar içim dışım benim *** ***
Bu aşk bize rahmanidir hem canımızın canıdır Onun icin şeytan ile her dem bu savaşım benim Benim canım bir kuştur kim gövdem onun kafesidir Dosttan haber geliceğiz birgün uçar kuşum benim *** ***
Geldim dünyayı seyrettim ya bugün ya yarın gittim Ben bunda eğlenemezem bunda bitmez işim benim Yunus eydur ben aşıkam hem aşıkam hem sadıkam Bu ayruk aşıklar gibi yoktur arayışım benim *** ***
Kancaru : Nereye Teşviş : Kargaşalık Göynümek : Kendi kendine yanmak Faşolmak : Açığa çıkmak, belli olmak, Raz : Sır, gizli şey Rahmanı : İlahi Arayış : Sus, bezek
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Mustafa Kemal ATATÜRK |
|
|
|
|
|
 |
|
Yunus Emre |
|
|
|
|
|
 |
|
Nasreddin Hoca |
|
|
|
|
|
 |
|
Yılmaz BÜYÜKERŞEN |
|
|
|
|
|
 |
|
Yazılıkaya(Frigya Vadisi) |
|
|
|
Bugün 20 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı! |